Devrik cümle anlatım bozukluğu mudur?

Bugün kafaları karıştıran bir konuyu seçtim. Kafaları karıştıran diyorum; çünkü “Devrik cümle anlatım bozukluğu mudur?” sorusuna bazı kişiler “Evet” bazıları da “Hayır” cevabını veriyor. Peki, bunun doğrusu nedir? Devrik cümle anlatım bozukluğu sebebi midir bakalım.

Önceki yazılarımda da değinmiştim. Bazı konular farklı görüşlere fazlasıyla açık. Yararlandığınız kaynağa göre anlatımınız ya da cevabınız şekil alabiliyor. Şöyle ki: Her dilin belli kuralları, söz dizimi vardır. Tıpkı trafik kuralları ya da futbol kuralları gibi. Dili kullanan kişilerin de bu kurallara uyması gerekir. Böylelikle dil, dolayısıyla kültür varlığını, idame ettirir.
Dilimizde de yüklem dediğimiz bölüm cümlenin sonunda bulunur.
Dün akşam beni aramış.” örneğinde olduğu gibi. Ancak biz bunu günlük kullanımda “Dün akşam aramış beni” şeklinde de kullanabiliriz. İkinci cümle “devrik cümle”dir; ama cümlede anlatım bozukluğu yoktur.

Cümlenin “devrik” olması, onda “anlatım bozukluğu” olduğunu göstermez. Ancak bu noktada her cümleyi istediğimiz gibi “devirmek” gafletine düşmeyelim. Örneğin “Yedim pilav akşam, içtim ayran” gibi bir cümlenin yazılı ve sözlü anlatımda yer alması tabii ki düşünülemez (Akşam pilav yedim, ayran içtim). Şiirlerde farklı kullanımlara rastlayabiliriz ama o bir başka yazının konusu olabilir belki.

Devrik cümle anlatım bozukluğu sebebi midir?


Bu pencereden bakmaya devam edersek “Herdevrik cümlede anlatım bozukluğu vardır” düşüncesinin doğruluğu tartışılır.

Cümle yapısı konusunu işlerken “yüklemin yerine göre cümleler”i ikiye ayırıyoruz. “Kurallı cümle” ve “devrik cümle”. Açıklamayı yaparken de “Kurallı cümlelerde yüklem sonda, devrik cümlelerde başta veya ortadadır.” diyoruz. Her devrik cümlede anlatım bozukluğu olsaydı “devrik cümle”yi yapı konusu içinde ayrı bir başlık olarak ele almazdık. Demek ki dilimizde bir “devrik cümle” kullanımı var.

Cümleleri özel gayretlerle devirip acayip hallere getirmediğimiz müddetçe “devrik cümle” kullanabiliriz. “Her devrik cümlede anlatım bozukluğu vardır” DİYEMEYİZ.

Nurullah Ataç’ın da bu konuyla ilgili güzel bir yazısı var. Ataç, yazılarında devrik cümle kullanan bir isim. Onu bu konuda eleştirenlerden birine verdiği cevap oldukça manalı. Okumak isterseniz:

“ATAÇ’IN CEVABI
…..
Benim tuttuğum yolu, şu devrik tümcelerle yazmak yolunu beğenmiyorsunuz, dilimizin yapısına aykırı buluyorsunuz. Dilin birtakım değişmez kuralları olduğunu hatırlatıyorsunuz. «Bir cümlede zarf başta gelir, onun arkasında fail, mef’uller ve nihayet fiil gelir.»diyorsunuz. Bu kalıptan ayrılamayacağız demek. Örneğin «Bursa’dan dün Turhan geldi» diyemeyeceğiz. «Turhan dün Bursa’dan geldi» de diyemeyeceğiz hele «Turhan geldi dün Bursa’dan» dememize hiç izin vermeyeceksiniz, ille «Dün Turhan Bursa’dan geldi» diyeceğiz. Zarf, sonra özne, sonra tümleç, en sonunda fiil… Bu dört tümcenin anlamı bakımından ayrılıklarını bir düşünün, öyle sanıyorum ki dilimizde hepsinin de yeri olduğunu kabul edersiniz.
Size «Çarşıda pazarda, evlerimizde benim yazdığım gibi konuşuyorlar» diyecektim, önlemişsiniz öyle dememi. Yazınızın bir yerinde «Halk konuşurken, arada sırada fiili önce mefulü sonra getiriyor. Halkın kötü konuşanları ile bazı yazarların burada bahis konusu edilmeyeceği meydandadır.» buyuruyorsunuz.  Fiili özneden önce getirenler kötü konuşanlardır sözleri edilmeye değmez. Nereden çıkarıyorsunuz bu yargıyı? Fiili Tümleçten önce söylemek de ancak buyurma kipinde olurmuş. «Bunu da anlamadım nereden çıkarıyorsunuz» «Çoktan vardı Turhan varacağı yere» demek ancak kötü konuşmalara yakışır bir yanlış mıdır? Bence öyle değil. Halkı, bu bakımdan, kötü konuşanlar, iyi konuşanlar diye ikiye ayırmıyorum. Bence, halk dilinde yok o sizin söylediğiniz kural. Tanıdıklarımdan bir Fransız vardır.  Ankara’da öğretmenlik eder. Türkçe bilir. Bir gün bana «Sizin deyişinize takılanlar hiç otobüse binmiyorlar mı? Biletçilerin «Var mı inecek?» diye bağırdıklarını duymamışlar mı?» demişti. Yanlış mı sayacağız biletçilerin  «Var mı inecek?» demelerini.
Ben de halk diline pek bağlı olanlardan değilim, ben de sizin gibi konuşma dilinden çok, yazı diline alışığım. Ama dikkat ettim halk dilimiz, konuşma dilimiz, Tilcik (kelime) bakımından değilse bile, söz-dizimi (nahiv) bakımından, yazı dilimizden çok zengindir. Nice biçimler var halk dilinde, konuşma dilimizde, yazıya geçirmekten çekiniyoruz onları, çekindiğimiz için de yoksullaştırıyoruz, tatsızlaştırıyoruz yazı dilini. «Halkın kötü konuşanları» dediğimiz için yapıyoruz bunu.
Beni devrik tümceler yoluna götüren yalnız bu değil. Türkçe’de isim halleri çok zengin. Bunun için de bu tümcede bir tilciği nereye getirirseniz getirin, tümcedeki görevi anlaşılıyor. «Geldi Turhan Bursa’dan» dedik mi, Turhan’ın özne, Bursa’nın da yer tümleci olduğu hemen anlaşılıyor. İlle «Turhan Bursa’dan geldi» dememiz gerekmiyor. Dilimizin bu zenginliğinden niçin asılanmayalım. Diller var, yapamaz bunu. Örneğin Fransızca. Yapamadığı için de birtakım acaip biçimler uydurmuştur. Şu (C’est) (se) ile başlayan tümceler. Biz dilimizde söz-dizisi, değişmez sanmışız, halkın konuşmasına değer vermeyen yazarlara kanmışız, dilimizin en tabii biçimlerini kullanmaktan korkmuşuz. Ben o korkuyu, yazarlarımızın kurdukları dile ille boyun eğmek gerektiğini kabul etmedim. Hem de hangi yazarlar? Az çok yeni sayılacak yazarlarımız. Açın Âşık Paşazade tarihini, açın Mercimek Ahmet’in Kaabusnâme çevirisini, en aşağı benim yazılarımdaki kadar onlarda da vardır devrik tümceler. Geleneğe uyalım, peki ya, niçin ta eski geleneğe değil de, dünkü geleneğe uyalım?
Nurullah ATAÇ”
(Yardımcı Edebiyat Kitabı Lise1, Arif Hikmet Par, Serhat Dağıtım Yayınevi)

Yorumlar