Nitelikli edebiyat mı?


Edebiyatı nitelikli ve niteliksiz diye ayırabilir miyiz?
“Nitelikli edebiyat” diyorsak bunun dışında kalanlara da “niteliksiz” dememiz gerekmiyor mu?
Peki, “edebiyat” “niteliksiz” olabilir mi?
Edebiyatın ruhunda, edep, kalite, nitelik yok mudur?
Tüm bunlar nereden aklına geldi derseniz…

"Türk Edebiyatı" yerine "Çok Satılanlar" desek


Son günlerde medya fenomeni olmuş yazarların (!) kitaplarıyla ilgili bir röportaj yapılmış sektördeki bazı isimlerle. Yazının başlığı da “Nitelikli edebiyat sosyal medyaya yeniliyormu?
Konu Nilgün Bodur’un kitabındaki cümlelerden açıldı bir süre önce. “Anne Frank’ın Hatıra Defterinden” alıntılandığı iddia edilen ifadeler ortalığı karıştırdı. Hoş o cümlelerin Anne Frank’a ait olduğu da tartışılıyor ya, o da ayrı bir konu. Bununla ilgili olarak bir önceki yazım “İntihal nedir?”e bakabilirsiniz.

Neyse edebiyat sosyal medyaya yeniliyor mu, sorusunun cevabı için yukarıda adı geçen röportajdan yola çıkalım.

* Bodur’un kitabında toplama kamplarında öldürülmüş olan Anne Frank'tan alıntı yaptığı fakat kaynak göstermediği iddia edilmişti.

Nilgün Bodur alıntı yapmışsa bunu belirtmesi gerekir, belirtmemişse bu “alıntı” değil “intihal”dir; çünkü başkasının sözlerini kendi sözüymüş gibi göstermektedir.
“İntihal nedir?” adlı yazımda da belirttiğim gibi sözler gerçekten Anne Frank’tan mı alınmıştır o da ayrı bir tartışma konusu.

* "Derinlikli kitaplar okuyacak kadar konsantre olamıyoruz" 

Bu sözde gerçeklik payı olduğunu düşünüyorum. Öğretmen arkadaşlardan biri “Ohoo, kim okuyacak şimdi edebi kitapları. Zaten bütün gün koşuşturup yoruluyorum bir de okuduğum kitabı anlamaya uğraşamam. Bana hafif şeyler lazım” demişti. Ama belirtmeden geçemeyeceğim okudukları bu kadar “hafif”  kitaplar değildi.
Öğrencilerimden birinin sözleri – pek çoğu buna katılmakta – “Offf, hocam alışmışız kısa mesajlara, twitlere, ne uğraşıcam şimdi bunu okumakla. Zaten sonuna gelene kadar başını unutuyorum. En güzeli resimli kitaplar. Bence bütün kitaplar resimli olmalı. İnstagram gibi. Hem daha eğlenceli değil mi?”
Dikkat edin son yıllarda öğrenciler sınavlarda Türkçe sorularında bile zorlanmaya başladılar. Malum, uzun ve karışık paragraflar (!)…

* Türkiye’de ergenlik çağındaki çocukların yaygın olarak okuduğu bazı kitaplarda pornografik ögelerin bulunduğunu ifade eden Akyol bu durumun büyük bir tehlike arz ettiğini düşünüyor.

“Çocuk kitaplarında denetim olmaz; televizyonlarda, internette daha olumsuz şeyler görüyorlar.” cümlesi bazıları için bir kurtuluş mudur bilmiyorum. Ancak çoğu zaman çocukların “çocuk”, ergenlerin “ergen” olduğunu unutup onları genç birer yetişkin gibi düşünüyoruz. “Canım şimdiki çocuklar çok akıllı, her şeyi biliyor, anlıyorlar” sözü benim için yeterli bir açıklama değil açıkçası. Yıllardır farklı yaş grubundan pek çok öğrencim oldu/oluyor. Ne kadar bilirlerse bilsinler bakış açıları ve idrakleri bir yetişkininkinden farklı doğal olarak. En büyük problemlerden biri de bazı konularda çocuğa verilen zarar maalesef yıllar sonra ortaya çıkabiliyor. Her çocuk, her ergen bir değil; her yaş grubunun özellikleri de farklılık göstermekte. İzledikleri, okudukları onları sandığımızdan daha fazla etkiliyor olabilir.

* Nilgün Bodur’un son kitabını basan Destek Yayınları’nın birçok yayını okuyuculardan önemli bir ilgi görmekte. Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ertürk Akşun, yayınevlerinin yazarın eserini okuyana en iyi şekilde ulaştırmayla görevli bir ticari kurum olduğu görüşünde: “Biz kitaptan zarar ettiğimiz zaman yayınevini kapatmak zorunda kalırız. O yüzden burası ticari kurumdur.”
Yorum yok!
* "Kitap artık okunan değil, satın alınan bir meta"



* Demek ki bunun bir alıcısı var. Asıl mevzu aslında alıcı kısmında. Bizi eleştirenler, iyi edebiyat istiyorlarsa ülkemizde önce bunu okuyacak insanları yaratması gerekiyor. Yani sorun ne yayıncıda ne yazarda, sorun okuyucuda.
Dikkatinizi  “Sorun okuyucuda” ifadesine çekmek isterim. Verilen mesaj "bizim okurumuz bu tür kitapları tercih ediyor". Kitaplara bakıyorum. Koca puntolarla bir sayfaya bir cümle. “Bizim okurumuz ancak bunları anlar, bunları beğenir” diyerek okuru hafiften bir küçümseme var sanki. Tercih edilen kitaplardan sayfalar (Bir kısmında öyle cümleler vardı ki buraya almak istemedim):




tuba ezici - adam sandıklarımız

















* Geçtiğimiz sene  58 bin 27 kitap yayımlanırken, bu sayı 2016 yılına oranla yüzde 10,8 artışa denk geliyor.

Okurlarımız fenomenlere prim verdiği sürece kitap basım oranı daha da artacaktır. “Eskiden herkes okurdu, şimdi herkes yazar oldu” sözü, doğruluğunu kanıtlamak istercesine kendine yer bulmaya çalışıyor adeta.

Baştan beri yazdıklarım sizin tarafınızdan nasıl algılandı bilemiyorum. Ancak benim, tercihlerinden ötürü insanları eleştirmek gibi bir niyetim yok. Burada benim açımdan önemli noktalar:

* Edebiyatın, sanatın niteliklisi ya da niteliksizi olmaz. Onların özünde “nitelik” vardır.

* Kendimizi geliştirmekten vazgeçtiysek – bu bir tercih meselesidir – etrafımızdaki olumsuzluklardan da şikâyet etmeye hakkımız olamaz. Sonuçta her birey toplumun bir parçasıdır. Toplumdan etkilenir ve toplumu etkiler.

Yazımı bitirirken iki ayrı kitaptan iki alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Yayıncılık alanımız, diğer pek çok alanımız gibi, fırsatçı yani yap/sat’çıdır; gerçekten kültür ve edebiyat kaygılarıyla yayın yapan yayınevlerimizin sayısı, bir elin parmaklarını geçmez; çoğunluk, yayıncılıkta da show ya da sensation peşindedir; isterse Patagonya’da çıkmış, bin bir media ve promotion fırıldağıyla şişirilmiş olsun, en olmadık ‘ecnebi’ bir eseri yayımlar da, ‘erken’ Cumhuriyet döneminin yazarlarını aklına bile getirmez. Bu üzücü, hatta vahim bir gerçek. Peki, kim yayımlayacak onları? (KLİPLER İYİ DE, YA KİTAPLAR? – 12 Ağustos 1995 / HANGİ EDEBİYAT – ATTİLA İLHAN)”

                                            *******

“Kitaplarda da aynı durum söz konusu: Yazarlar bir kitaba yıllarca emek vereceklerine hemen sulu zırtlak bir şeyler çiziktiriyor, internette buldukları bölümleri kopyala/yapıştır yöntemiyle kitap yapıveriyorlar. Ve al sana ‘çok satan’ listeleri: Hele ‘Kalbim üstüne atladı; yüreğim seni ıskalamadı’ gibi vıcık vıcık bir isim de koydunuz mu işiniz iş.
Gerekçe: Halk böyle istiyor!
…..
‘Halk böyle istiyor!’ klişesine gelince: Evet, halk böyle istiyor; ama benim de daha düzeyli, zevki daha gelişmiş, Karacaoğlan’ları, Pir Sultan’ları, güzelim türküleri hatırlayan bir halk istemeye ve bu yolda çalışmaya hakkım var.
Halkın nasıl ürünler istediği konusunda, yapıtları insanlara ulaştıranların da sorumluluğu unutulmamalı. Örneğin kitle iletişim araçlarında yer verilen sanatçılar, halkın tercihini mi yamsıtıyor, yoksa onların tercih edilmesi için çalışmalar mı yapılıyor? (“Halk Böyle İstiyor!” Klişesi / Edebiyat Mutluluktur – Zülfü Livaneli)”

Ya siz, siz ne istiyorsunuz?


Yorumlar